22 Mayıs 2012 Salı

Dünya ve Türkiye / Hüseyin Hatemi

Hüseyin Hatemi

".... Dünya, Türkiye'nin Ortadoğu'da bir istikrar mevzi'i olmasını," dindarlıkla demokratlığı birleştirmesini, hukuka saygılı olmasını bekliyor...du, bu noktadan uzaklaştıkça da eleştiriler artıyor. Çalkantılı bir Türkiye bütün dünyayı sarsar. İktidar yeniden hukuka, demokrasiye, barışa, ahlâka, vicdana doğru dümen kırmazsa her an belâlı kırılmalar yaşanabilir bu ülkede. Siyasi bir iktidar adaletten ve vicdandan uzaklaştı mı bunun mutlaka toplumsal bir bedeli olur. O bedeli ödemeye fazla yaklaşıyoruz. Bunu önleyebilmek için de vicdanlı dindarların yardımı gerekiyor." (Ahmet Altan, Taraf, 19 Mayıs 2012)

İyi niyetle yapılan bir uyarı olduğunda şüphem yok. Ancak, bu uyarı "Dünya" adına yapılmış bir uyarı değil! Çünkü maalesef Türkiye sınırları dışında adaletin hakim olduğu cennet bir dünya yok! 1839-1870'lerde de yoktu. İçteki kötülüklerden bunalana komşunun tavuğu kaz görünür. Bir de komşunun gerçekten kaz sürüleri varsa! Komşudan ödünç kaz yumurtası istenir. Kuluçkaya "yatırım" yapılmaz da âfiyetle yenirse, komşu da derhal mürekkep faiziyle bin yumurta ister, ardından Dûyun-i Umumiyye, IMF vs. gelir. Biz bunları yaşadık. Bizden yüzyıl sonra da, AB'den kaz yumurtası almakla yetinmeyip doğrudan doğruya kaz çiftliğine ortak gösterilen komşumuz Yunanistan yaşamakta. Allah kurtarsın. Şu halde AB; ne uluslar arası alandaki tutumuyla, ne üyelerini iç düzeninde, maalesef dünyaya örnek alacak veya "iyi yeni dünya"yı temsil edecek bir durum da değilken, AB'nin bütün eleştirilerini haklı görebilir miyiz? (To-râ gaafil omîd-i gam – küsarî-hâ ez Efreng – est?/Dil-i şâhin ne – sûzed behr-i an morgî ke der çeng- est) (M. İkbâl) (-Ey gaafil! Gamını, sorunlarını gidermesini Batı'dan mı beklersin? Şâhin, pençesine geçirdiği kuşa acımaz)

Şu halde "iyi Yeni Dünya", Halûk'un "bol bol ziya kucaklayarak getirmesini" babası Tevfik Fikret'e uyarak boş yere beklemekte olduğumuz ABD midir? Heyhat! Men direm nükhet-i zülfün getire Bâd-i Sabâ / O geder sür'at ile katlime fermân getirür. (Tebrizli Remzi Baba) .
Neoconlar mı "iyi yeni dünya"nın sözcüsü olmalı? Elbette Ahmet Altan da bu soruya olumsuz cevap verir.
Yoksa El-Kaaide'den mi fâide umalım? Heyhat! Bekri Mustafa'yı imam yapmak evlâdır! Bekri Mustafa, bir yoksul cenazesi için zorla imamlığa geçirilince, cenaze namazını kıldırdıktan sonra merhumun kulağına fısıldamıştı: - "Göçmüş olanlar sana dünyanın halini sorarlarsa, -bekri Mustafa İmam olmuş! de , gerisini anlarlar!" Bir ay kadar önce, Ticaret Üniversitesi yakınlarındaki kabrini ziyaret ederek bu sözü dolayısıyla rahmet diledim. Şimdi Bekri Mustafa'ya da hasret kaldık, Bekri Mustafa'dan sonra gelen cinci Hocalar asrımızda çoğaldı.
Önceki hafta Safranbolu'da ünlü Cinci Hoca'nın yaptırdığı AVM ve Fitness Merkezi (Hamam)ını ibretle temâşâ ettim. Yanılmıyorsam, keyfini de sürememişti. Hüküm Allah'ındır.
 
Sözün kısası: Önce Hakk'ı aklıyla bulmak ve tasdik etmek gerekir, sonra da "dünya ne derse desin" Hakk'ın yolunu tutmak!
Ne var ki, iyi niyetle yapılan eleştirilere ve öğütlere de kulaklarımızı tıkamamalıyız.
Şu halde bakalım, iktidar, ne yöne dümen kılmalı imiş? Hukuk, demokrasi, barış, ahlak ve vicdana! Ancak, kaptan köşkünde olanların bu kavramların tanım ve içeriğinde (tarif ve muhtevasında) anlaşmaları gerekmez mi? Hele bir de "Dünya" dan gelen çelişkili veya taban tabana karşıt öğüt ve komutlar ? İster istemez şu öğütü tutmamız gerek: Ehl-i butlânın sözün tasdik eden, âdem midir?/Hakk'ı tut, istersen hasım olsun bütün alem sana!
"Hakk"ın ölçütüyle bu kavramlara bakarsak: Hukuk'tan maksad Pozitif Hukuk değil, evrensel ahlakın da yaptırımlı temel ilkeleri olan evrensel Tabii Hukuk'tur. Demokrasi: halkın bu temel ilkeleri de değiştirme gücüne sahip olduğu ileri sürülüp de halk adına yöneticilerin bu ilkeleri yürülükten kaldırdığı bir düzen veya çoğunluk diktatörlüğü değil, yöneticilerin seçimle başa geldiği ve saydamlık ilkesinin yürürlükte olduğu yönetim biçimidir. Barış, Pax americana zorbalığı değil, ilahi sevgi ve ilahi sevgiden doğan sorumluluk bilincinin sağladığı barıştır.
Vicdan da Allah'ın sevgisini yitirme endişesinden doğan sorumluluk bilincidir.
"Dünya", kavramlara Hakk'ın ölçütüyle anlam vermekte uzlaşsa idi, esasen sorunlarımız hiç değilse yarı oranda ortadan kalkmış olurdu.
Ahmet Altan'ın son cümlesini hiç yabana atmamak gerekir. "Vicdanlı dindarların yardımı gerekiyor". Efsûs ve heyhât! "Vicdanlı dindar nesil yetiştirmek istiyoruz" dersek de kıyamet koparılmayacak mı? Koparılmadı mı?
Ayrıca, "vicdanlı dindar"ların sesi de artık, eskisi kadar kolayca yukarılara ulaşmıyor. Böyle olunca da emanetleri ehline tevdi etmede ahlak şartına riayet edilmeyip "Pragmatizm" adı altında "oportünizm" rağbet görmeye başladı. "Muhafazakar", "dindar" sayılıyor, vicdan aranmıyor.
Ahlak şartına riayet edilmesi gerektiğini söylerken, "iktidarın dümen kırması gereken ahlak" kavramını Hakk'ın ölçütüyle belirmeyi unuttuk:
Vicdanı olmayanın, Allah'ın sevgisinden yoksun kalma endişesi olmayan pervasızların dilinde ahlâk, sadece boş bir terimden ibarettir. Dümende iken kaptanın kafasını karıştırıp yanlış yol gösterir, geminin batma tehlikesinde olduğunu görünce de "yiğitliğin onda dokuzu kaçmak, sonuncusu da derhal kaptanı itham etmektir" kuralına uyarlar. Ahlak nedir? Allah ile sevgi ilişkisine girip bu ilişkiyi korumak için de kimseye zulm etmemektir. Gelecek nesiller dahil! Hayvanlar dahil! "Eyvallah!" diyene selam olsun! İnkar edenler bizden ırak olsun da gafillere sultan olsun!


http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=32497&y=HuseyinHatemi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder