29 Ağustos 2013 Perşembe

Ölüm değil de silah mı önemli? / Hayrettin Karaman

HAYRETTİN KARAMAN

Aylardan beri 'Suriye'de Esed, halka karşı kimyasal silah kullanırsa uluslarası güç müdahale edecek' deyip durdular. ABD de en yetkili ağızlardan da bunu işittik.

Peki kimyasal bomba kullanılmaz da diğer silahlarla yüzbinden fazla çoğu masum insan katledilirse bu meşru mudur ki, kimse müdahale etmiyor ve bütün dünya katliamları seyrediyor; hayır, yalnızca seyretmiyorlar, bazı ülkeler Esed daha fazla öldürsün diye, bazıları da muhalefet kendini korusun ve Esed'i indirsin diye her türlü yardımı yapıyorlar. Ancak bu konuda da bir sakatlık var: Esed'e yardım edenler gerektiği kadar ediyorlar; muhalefete yardım edenler ise yetersiz, savaşı mümkün olduğunca uzatacak kadar yardımda bulunuyorlar.

Bu dengesizlik ve sakatlık dışında benim vicdanımı yaralayan iki husus daha var:
Rejimi islâmi olmasa da halkının çoğu müslüman olan bir ülkede halk, zulme baş kaldırmış ve 'yeter, artık söz milletin olsun' demiştir. Bu ülkede yıllardır bir aile, sırtını askere dayayarak ülkeyi keyfine göre yönetiyor, ülkeye ve halkına zarar veriyor. Buna rağmen iktidarını sürdürmek istiyor, amacına ulaşmak için de taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakmıyor.

Peki halk ne istiyor (du)?
Reform yap, demokrasiyi getir, ortaya sandığı koy, serbest seçimler olsun, halk kimi yönetime getirirse o yönetsin, başarılı olamazsa bir sonraki seçimde başarma ihtimali bulunan başkaları iktidara gelsin...

Şimdi bu konuda lüzumlu lüzumsuz konuşan, yazan ve çizenlere soruyorum:

Bu iki talebin hangisi meşru? Esed'in talebi mi, halkın talebi mi?

Bu konuda tartışılacak bir taraf var mı?

'Talep halktan gelmiyor, dışarıdan geliyor, onların da maksadı şudur, budur...' diyorlar.

Diyelim ki bu iddia da doğrudur.

Suriye'de ve başka yerlerde müslüman halkın dediği olunca mı Suriye kazanır, Filistin kazanır, İslam ümmeti kazanır; Esed'in, H. Mübarek'in, Zeynelabidin b. Ali'nin.. dedikleri olunca mı? Yıllardır onlar yönetiyordu, ziyan ortada değil mi, 'kim ne kazandı' diye sorup araştırmak gerekmez mi? İş ciddiye binince İsrail niçin Esed'in gitmesini istemez oldu!

İkinci vicdan sızım gayr-i müslümlerin müdahalesi, ümmete çekidüzen vermeye, ümmet arasında 'adaleti' korumaya kalkışmaları!

Her Cuma hutbesinin sonunda okunan bir âyet var; son zamanlarda meali de veriliyor. Bu âyette Allah Teâlâ 'adaleti, iyiliği ve yakınlara mali yardımda bulunmayı' emrediyor, 'bireysel, sosyal ve siyasi sapmaları, kötülükleri, çirkinlikleri (fahşâ, münker, bağiy)' yasaklıyor.

Böyle bir âyete asırlar boyu muhatap olmuş bir ümmetin haline bak!

Adalet yerine haksızlık, iyilik yerine 'kendine iyi bak' felsefesi, yakınlara yardım yerine yakınları sömürme amacı hakim olmuş. Bireyler ahlaksız, cemiyet düzensiz, siyaset bozuk.

İşte bunun adına 'Allah'a isyan' denir ve bu isyanın cezası da bugün adına 'İslam dünyası' denilen 'adı var kendi yok' kitlenin çektikleridir.

Kabahat ne dinin, ne de İslam düşmanlarınındır; o ikisi kendine düşeni yapıyor, kabahat 'eksik müslümalığımıza' aittir.

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HayrettinKaraman/olum-degil-de-silah-mi-onemli/39298

27 Ağustos 2013 Salı

EMERGENCY PROTEST IN LONDON : No Attack On Syria

No Attack On Syria



Britain, France and the US are committing to another disastrous military intervention. Apart from the inevitable casualties, any attack on Syria can only inflame an already disastrous civil war and would risk pulling in regional powers further.

Most people in this country have learnt from the disasters of Iraq, Afghanistan and Libya. According to a Telegraph/YouGov poll on Sunday only 9% of the British public would support troops being sent to Syria, and only 16% support sending more arms to the region. Our politicians however have learnt nothing.

We need the maximum level of protests to stop them plunging us in to yet another catastrophic war.

Protest tomorrow 5pm, 

Wednesday 28 August, Downing Street, 

London

---

National Demonstration:

Saturday 31 August, 12 noon, Embankment, London


Please do not hesitate to contact the office on 020 7561 4830 or email [email protected]





24 Ağustos 2013 Cumartesi

Dünya 5'ten büyüktür / Gülay Göktürk



Gülay GÖKTÜRK

1945'te "Galiplerin örgütü" olarak doğan Birleşmiş Milletler'in "barışı koruma" misyonunda ortaya koyduğu başarısızlık yeni değil...

Neredeyse 70 yıldır çok az sayıda krize müdahale ederek başarılı olabilen BM'ye yönelik eleştiriler, özellikle Soğuk Savaş sonrası oluşan yeni uluslararası dengeler yüzünden arttıkça arttı. Filistin, Keşmir, Somali, Bosna, Ruanda gibi binlerce insanın katledildiği krizler karşısında başarısız kalan, İsrail konusundaki çifte standardıyla adaletsiz bir örgüt olduğu artık iyice teşhir olan BM'nin bu yapısıyla fazla gidemeyeceği çoktandır biliniyor. Globalleşen dünyanın kaderinin beş kodaman ülkenin iradesine verilmesi bütün dünya halkları için alçaltıcı ve kabul edilemez bir durum. Eğer globalleşme dediğimiz süreç barış içinde ilerleyecekse, bu sürecin ilelebet beşli bir çetenin sultası altında ilerleyemeyeceği; global demokrasiyi, ülkeler arası eşit ilişkileri, ortak kararı, konsensüsü, karşılıklı iknayı, daha adil bir dünya talebini gündeme getirmenin, bunlar için diretmenin zamanı geldiği de epeydir ortada...

Ne var ki, herhangi bir sorunun teşhis edilmesi, ortaya konulması ve tartışılması, o sorunun çözümüne girişmek için yetmiyor. "Harekete geçme zamanı"nın da gelmesi gerekiyor. Harekete geçebilmede en önemli faktörlerden biri bugünkü BM yapısının temelinde yatan güç dengesinin değişmesi ise, diğeri de güç dengesindeki değişimi zamanında gören güçlü, kararlı ve güven duyulan bir önderliğin ortaya çıkması...

Bugün bu iki koşul da oluşmuş görünüyor ve sanırım artık dünya Birleşmiş Milletler konusunda sızlanma aşamasından harekete geçme aşmasına gelmek üzere...

Değişen güçler dengesi

Bugün dünyadaki güçler dengesine baktığımızda, şimdiye kadar dünyaya patronluk taslayan güçlerde bir atalet ve gerileme; buna karşılık uluslararası düzende söz hakkı verilmeyen ülkelerde bir dinamizm ve büyüme görüyoruz. ABD, AB, Rusya gibi eski dünyanın efendisi olan ülke ve bölgelerin yıldızı yavaş yavaş kayarken, Asya'nın, Güney Amerika'nın Ortadoğu'nun Türkiye gibi, Hindistan gibi, Brezilya gibi ülkelerinin yıldızları giderek parlıyor. Yeni ekonomik havzalar; yeni bölgesel güçler oluşuyor. Eskinin güçlüleri yaşanan şu anda içine düştükleri ekonomik darboğazdan çıkmak ve gerilemeyi durdurmak için yükselmekte olan ekonomilerle işbirliği yapmaya, onlarla iyi geçinmeye mecbur. İşte ekonomide ortaya çıkan bu "eşit olmayan gelişme" tablosu, gerilemekte olan güçler tarafından dizayn edilmiş olan hukuk sisteminde ve kurumlarında köklü değişiklik ihtiyacını da beraberinde getiriyor.

İhtiyacı gören bir liderlik

İşte Erdoğan bazılarımızın dudaklarını uçuklatan meydan okumalarını bu değişimi gördüğü için; sadece görmekle kalmayıp aynı zamanda bu değişimin öncü güçlerinden biri olmak istediği için yapıyor.
Başbakan Erdoğan'ın uzun bir süredir konuştuğu her uluslararası platformda Birleşmiş Milletler'i eleştirmesi, özellikle de 5'li veto yetkisini topa tutması sebepsiz değildi. Bütün o konuşmalarıyla Erdoğan, artık kaçınılmaz hale gelen "daha adil bir dünya düzeni" mücadelesinin liderliğini yapmaya talip olduğunu da ortaya koymuş oluyordu.

Ve işte bugün, Güvenlik Konseyi'nin Suriye'deki kimyasal gaz katliamı hakkında bir soruşturma bile açamayıp "kaygılarını" dile getirmekle yetinmesiyle birlikte mücadelenin startını veriyor ve temel sloganını atıyor: "Dünya 5'ten büyüktür"

Sonra da devam ediyor: "Gerçekten dünya 5'ten büyük diyorsak, o zaman BM Güvenlik Konseyi'nden memnun olmayan ülkeler kendi Birleşmiş Milletleri'ni kurarlar."

Gerçekten mükemmel bir slogan...

Sloganın fikir babaları Turgay ve Yıldıray Oğur kardeşleri gönülden tebrik ediyorum. Başbakan Erdoğan'ı da bu slogana sahip çıktığı ve bu tarihi açıklamayı yaptığı için kutluyorum.

"Zamanı gelmiş bir fikirden daha kuvvetli bir şey yoktur" denir ya; sanırım önümüzdeki dönemde bu özdeyişin bir kez daha doğrulanışına tanık olacağız.

http://www.bugun.com.tr/-dunya-5ten-buyuktur--yazisi-768470

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Sevgisizlik / İbrahim Tenekeci



İBRAHİM TENEKECİ

Ahmet Muhip Dıranas, 'vatanın gerçeklerini görme ahlakı'ndan bahseder. Bunu bir adım ileriye taşırsak; görme ahlakı ve gösterme cesareti.

İktidarda hangi parti olursa olsun, bu ahlaktan vazgeçemeyiz.

Vatan ve millet gerçeklerimizden, daha doğrusu eksiklerimizden biri de, sevgisizliktir. Şarkı, 'sevgisiz yaşayamam' dese de, yaşanıyor, yaşıyoruz.

Geçmiş gün. Avcıları eleştiren bir yazı yazmayı düşünüyordum. Bu niyetle, onlara hitap eden televizyon kanalına birkaç kez baktım. Avcı, güzelim kuşu vurdu. Sonra köpeği onu getirdi. Öldürdüğü kuşu eline alan avcı, 'ne kadar güzel' diyerek onu sevmeye, renkli tüylerini okşamaya başladı. Bunu yaparken öyle keyif alıyordu ki, anlatamam. Ötesi bilgimi aşar, psikolojinin uzmanlık alanına girer.

Diyorum ki, birbirimizi ancak böyle sevi- yoruz. Sevgimiz, sevgisizliğimizden daha çok değil. Cemal Süreya'nın o meşhur sorusunu hep birlikte hatırlayalım: 'Anlamıyorum, yoksa burs mu veriyorlar birbirini sevme- yenlere?' (Uzat Saçlarını Frigya, Yön Yayınları, 1992, sayfa 6)

Söylemem gerekirse, sosyal medyaya girmeden evvel, sevgisizliğin bu denli ürkütücü boyutlara ulaştığını bilmiyordum. Artık bili- yorum.

Sevgisizliğin sonu nefrettir, düşmanlıktır, vicdan buhranıdır. İşte bu sevgisizliğimiz, bizi ciddi yanlışlara, haksızlıklara sürüklüyor. Farkında mıyız, herhalde değiliz.

Mısır'da yaşananlar, bunun acıklı bir örneğidir. Orada, dünyaya ve insana ait bütün kötü şeyler aynı anda oluyor.

Bilen bilir, eski İbrani metinlerinde, Mısır'ın adı Mısrâyim'dir. Gözümüzün önünde, maalesef, Mısır, Mısrâyim olmaya doğru gidiyor. Üstelik zorla götürüyorlar.

Mevcut Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, açık bir şekilde, bu gidişata itiraz ediyor. Bazı kesimlerin hükümete yahut iktidar partisine olan sevgisizliği, şahitlik ediyoruz ki, Mısır'daki darbeyi desteklemeye kadar varıyor. 'Vicdan buhranı' ifadesini bunun için kullandım. Bu sevgisizliğin karşılıklı olduğunu da söylemeden geçmeyelim. Üzücü ve sakıncalı olan, asıl bu.

Tamam, bu böyle. Peki, aynı evi paylaşanlar, aynı işyerinde çalışanlar, aynı davayı / derdi savunanlar, birbirlerini sahiden seviyorlar mı? Aklıma sadece bir kitap ismi geliyor: Cevab Veremedi.

***

Ahmet Muhip Dıranas'la başladık, yine onunla devam edelim: 9 Kasım 1961'de şöyle yazmış: 'Bir gün gelir, zaman ve fırsat elverir, kuvvet el değiştirir. Bu hep böyle gider ve dün bağıran bugün suskun, bugün susan ise yarın bağıran olur.' (Yazılar, Adam Yayınları, 1994, sayfa 451.)

Özetle, 'şahsiyetli olalım' diyor. Biraz açarsak; sözümüzü, tavrımızı, duruşumuzu, şartlar ve menfaatler değil, ahlakımız ve vicdanımız belirlesin. Sadece sevdiklerimizin değil, bize serin gelen insanların ve kurumların da doğrularını görelim, gösterelim.

Herkesin bildiğini tekrar edersek: Dünyada, kalıcı olan tek şey ölümdür. Onun dışındakiler, yani insanlar, hayaller, aşklar, düşmanlıklar, ülkeler, kurumlar; doğar ve ölür, başlar ve biter, yıkılır ve yeniden kurulur yahut kurulmaz.

Burada bir parantez açalım: Önemli bir karar arifesinde, mutlaka bir mezarlığa gider, orada saatlerce vakit geçiririm. Birbirimizi yıpratmadan evvel, sessiz çoğunluğa, yani mezarlıklara kulak vermemiz gerekiyor. Bakalım ne diyorlar?

Sevgi deyip de saygıyı anmamak olur mu? Olmaz. Yusuf Ziya Ortaç'ın yeni karşılaştığım bir sözü var, şöyle: 'Biz gençken eskileri inkâr ederdik, gençler de şimdi bizi inkâr ediyorlar.' (Sanat-Edebiyat, 15 Mart 1954.) Evet, saygı.

Ortaç'ın bu itirafı, bizlere, ölçünün ne kadar mühim olduğunu gösteriyor. Bu kadim nasihati yazmıştık, yine yazalım: 'Sevmen aşırı, sevmemen yıpratıcı olmasın.' Aşırı sevmek, sevdiğimiz insanın yanlışlarını ve gerçekten de ne halde olduğunu görmemizi engeller. Uçurumdan düşüyordur, uçuyor sanırız. En doğrusu, takip mesafesini koruyarak sevmektir. Husumet ise bütün güzelliklerin, iyiliklerin, inceliklerin, hatta başarıların bile üstünü örter.

Geçenlerde, bir eleştiri kitabı okudum. Şiir Çünkü Şiir (Broy Yayınları, 1988) adını taşıyor. Eleştirmen, on dört şairi, şiir örnekleriyle beraber inceliyor. Bu şairlerden birini sevmediği öyle belli oluyor ki, bunu saklayamıyor. Söz konusu yazıyı yirmi beş sene sonra oku- yanlar bile, sevgisizliği rahatlıkla görebiliyor, anlayabiliyor. Olabilir, herkesi sevmek zorunda değiliz. Adına 'saygı' ve 'emeğe hürmet' dediğimiz kıymetler, tam da burada lazım oluyor. İnşallah anlatabilmişimdir.

Bitirelim. Çok sevdiğim ve sahibini bilmediğim bir söz var: 'Ağaçlar canlı kaldıkça meyve verir, insanlar ise meyve verdikçe canlı kalır.' Doğrudur. Öte yandan, sevgi yoksa, meyve de yoktur. Vardır da, acıdır, yenmez.

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/Ibrahim_Tenekeci/sevgisizlik/39164

2 Ağustos 2013 Cuma

Fatiha Suresi


***

1 Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah'ın adıyla. 
2 Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. 
3 O, rahmândır ve rahîmdir.
4 Ceza gününün mâlikidir.
5 (Rabbimiz!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz.
6 Bizi doğru yola ilet.
7 Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yoluna; gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil!

 ***

1 In the name of God, the most gracious, The dispenser of grace
2 ALL PRAISE is due to God alone, the Sustainer of all the worlds,
3 the Most Gracious, the Dispenser of Grace,
4 Lord pf the Day of Judgment!
5 Thee alone do we worship; and unto Thee alone do we turn for aid.
6 Guide us the straight way
7 the way of those upon whom Thou hast bestowed Thy blessings, not of those who have been condemned (by Thee), nor of those who go astray!


***

Amin..
Ve Ruhumuza El Fatiha..