14 Ağustos 2012 Salı

Başka bir ümmet mümkün! / Hilal Kaplan

Hilal Kaplan
Düşünceli ve adanmış küçük bir grup insanın dünyayı değiştirebileceğinden asla şüphe etmeyin. Aslına bakarsanız, dünyayı değiştiren tek şey budur.

Margaret Mead


Afrika'da 60 milyon insan kronik açlık tehdidi altında yaşam mücadelesi veriyor. Her altı dakikada bir çocuk, her yıl 15 milyon çocuk açlıktan ölüyor. Son üç ayda, sadece Somali'de 29 bin çocuğun açlıktan öldüğü söyleniyor.

İnsanların açlıktan dolayı öldüğü bir dünya, Rezzâk ismine sahip bir Allah'ın yarattığı dünya olabilir mi? O ki rızık ihsan eden, tekrar tekrar, bol bol rızıklandırandır. O'nun yarattığı bir dünyada 'açlıktan ölmek' gibi bir zulmü mümkün kılan da yine bozgunculuk yapan insan değil midir?

Geçtikleri yerlerdeki tüm doğal kaynakları iliğine kadar sömürüp; arkalarında iç savaş, silah ve daha çok bozgunculuk bırakanlar Afrika'yı unuttular mı sanıyorsunuz? Meleklerin insanın yaradılışı karşısında 'yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkaracak bir ümmet mi yaratacaksın?' diye şaşkınlıkla sormasını haklı çıkaracak ne kadar zulüm varsa başından geçmiş, hâlâ da geçen bir kıta Afrika...

Kur'an-ı Kerim'de insanlık haline dair pek çok kıssa anlatılır. Bu mübarek anlatının insana sunduğu çok sarih bir seçim vardır: Bozgunculardan mısınız, ıslah edicilerden misiniz? Müslüman, hayatının her alanında ve her anında bu seçimle yüz yüze olduğunun farkında ve doğru olanı seçmekle mükellef olan kişidir. Müslüman bilir, bilmelidir: 'Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.'

Bozgunculuğun alıp başını gittiği, ölçüyü ve tartıyı tam yapmanın unutulduğu, insanlara eşyalarının eksik verildiği bir zamandan geçiliyor. Kapitalist düzen, dünya tarihindeki herhangi bir sistemden daha fazla israfa yol açıyor. Daha çok satmak için üretimi artırıyor; ancak kârın maksimize olması için tüketimin de üretime denk gelecek şekilde çoğalmasını sağlamak gerekiyor. İşte bu noktada 'insan' devreye giriyor. Zira insanları ihtiyacı olandan daha fazlasını tüketmeye teşvik etmek gerekiyor. Ürettiğini fahiş fiyatla satanlar, ürettiğine değil; onu ihtiyacı olmayanlara satmaya; tüketiciyi o ürüne ihtiyacı olduğuna inandırmaya daha çok kafa yoruyor.

Vahşi rekabet ve sömürü üzerine bina edilen bu global israf düzeninin yakıtıysa 'insan doğası' söylemi. Buna göre yapılan her tür israf 'insan doğası'nın gereğidir; daha çok almak, daha çok sahip olmak insan doğasının kaçınılmaz bir sonucudur. Bu da aslında en süfli olan nefsi yüceltmekten, ona boyun eğmekten başka bir anlama gelmez.

Nefsin arzularını 'ihtiyaç' olarak algılamayı sağlayan en büyük vesileyse reklamlardır. Bu sebeple büyük şirketlerin reklam giderleri, üretim giderlerinden daha fazladır. Çünkü insanlar kendilerini eksik hissetmedikçe, tüketmezler. Yani eksik yoksa, kazanç yoktur. Reklamlar 'yanlış ihtiyaç'lar üretirler. İhtiyacınız olduğuna, o ürünsüz eksik kalacağınıza ikna edilirsiniz. Belli bir marka çantayı kolunuza taktığınızda 'tamamlanmış' hissedeceğiniz vaat edilir; inanır alırsınız.

Anlatmaya çalıştığım israf düzenine Müslümanların ortak olmadığını söylemek mümkün mü? 'Güzel ahlâktan güzel yaşam tarzına' geçiş yapmaya çalışan tüketici özneler haline gelmeye başladığımız doğru değil mi?

Ucuz iş gücünün sömürüldüğü deniz aşırı bir ülkede üretilmiş, toplam maliyeti 20 doları geçmese de vitrine 2.000 dolarlık etiketlerle dizilen bir çantayı koluna takarak saygınlık kazanacağını düşünen, özgüvenini ve öz değerini buna bağlayan Müslümanlar yok mu?

İşçinin hakkını alın teri kurumadan vermeyi çoktan unutmuş, Hakk'ın adil bulmayacağını bilse bile, devlet öngördüğü için asgari ücretle işçi çalıştıran Müslümanlar yok mu? (Asgari ücretin altında ve/veya sigortasız işçi çalıştıranlardan bahsetmiyorum bile...)

Daha az yakıt harcayacağını bildiği araçlardan kaçınıp, böbürlenmenin kendisine yasak kılındığını bile bile kendini kullandığı binek üzerinden tanımlayan Müslümanlar yok mu?

Müslümanların yaptığı infakı misliyle yapan gayri-Müslimler varken, kapitalist-tüketici öznenin kötü bir taklidi olan Müslümanların yaptığı infakın tek başına bu dünyaya katacağı çok fazla bir şey yok. Çünkü mevzu ne kadar çok infak ettiğimiz kadar, kendi nefsimizden de ne kadar vazgeçebildiğimizdir aynı zamanda.

Müslümanların, özellikle de ülkemizin İslâm coğrafyasına örnek olabileceğini düşünen Türkiyeli Müslümanların, kapitalist ahlâktan başka bir ahlâkın mümkün olduğunu göstermesi gerekiyor. Zira kendimizde olanı düzeltmedikçe ümmette olan da insanlıkta olan da düzelmeyecek. Bu yüzden tüm eleştirilerime rağmen –ki eleştirim en başta kendi nefsimedir- başka bir ümmetin mümkün olabileceğine inanıyorum. Başka bir ümmet mümkün olduğunda, başka bir dünya da mümkün olacak zaten.

* * *

Bu yazı, geçtiğimiz Ramazan ayı içerisinde yayınlamıştı. Etrafımı kuşatan 'israfa çağrı' işaretlerini gördükçe tekrar yayınlamanın uygun olduğunu düşündüm. Çünkü bir yana dönüyorum 'Ramazan'a özel banka kredisi' reklamları, diğer yanda nefsimizden vazgeçmeyi öğrenmemiz gerekirken 'Ramazan sofralarının vazgeçilmezleri burada' sloganları...

Hissettiğim ızdırap olduğu yerde duruyor; dolayısıyla bu yazı da...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder