22 Kasım 2021 Pazartesi

Martı ve Ben / Zehra

    

    'Güzel ve heyecanlı başlayan bir seneydi halbuki' diye başladı sözlerine.. Sonra da anlattı, Eminönü Üsküdar hattında karşılaşıp beraber kahvaltı yaptığımız o martı.. Biliyormuş tüm zirvelerin bir inişi olduğunu ama o inmemiş, düşmüş. Şaşırmış. Kalktıktan sonra gülebildiği bir düşüş olmuş. Çok şükür. Uyumuş, uyanmış. O sene boyu yaşadıklarının sonuna yaklaşırken yürek yemiş. Halbuki baştan yenir, yani harekete geçmeden sorulan bir sorudur 'sen yürek mi yedin?' sorusu. Tercih meselesi tabi. Neyse. Hiç görmediği kadar hastahane yolları görmüş mesela. Elindeki kağıtlarla beklerken, o kağıtlarda hiç görmediği kadar 'kimlik bilgileriyle' bakışmış, uzun uzun. İlk defa narkoz almış. Tomografi ve endoskopi nedir öğrenmiş. İlk defa uçak kullanmış. Zaten uçabiliyor neden böyle bir şey yapmış anlamadım. Bir müddet sonra pilota 'lütfen artık kontrolü siz alın, etrafı seyretmek istiyorum' demiş. Senelerce yıkandığı, üzerinde gezdiği göle tüple dalmış. Karabatak gibi suyun altında uzun süre kalamıyor demek ki. Epey telaşeli geçen günlerde dahi piknik sepetini alıp annesiyle ve güneşle, denizle, köpeklerle kahvaltı yapmış. Ev taşımış. Ev alma komşu al sözünün ne kadar doğru olduğunu gözleriyle görmüş, kulaklarıyla duymuş, iliklerine kadar hissettmiş. Yanlışlar, hatalar yapmış. Hemen akabinde içinde 'aması' olmayan özürler dilemiş. Hatasını telafi etmeye çalışmış. Gün doğumu ve batımlarında uçmak yerine sahilde yürümeyi tercih etmiş. Sonra onunla ilgili hayalleri olan hocalarının hayalleri içinde bulmuş kendini. Heyecanlanmış tabi. İnsanın sadece kendine değil başkaları için de hayal kurması ne güzel bir şey. Tarih yazımını kitaplardan öğrenirken, hocalarının vesilesiyle dünya tarihinden önce kendi dünyasının tarihini yeniden okumaya sonrasında yazmaya başlamış. Önce dava açmış ve isimini koymuş. İsmi belli olmayan tarih mi olurmuş. Haklı. Sonrasında daha kolay yol almış. Bazı şeyleri anlamlandırmaktan vazgeçmiş. Açıklamaya çalışmaktan da vazgeçmiş. Cevap beklemekten, bulmaktan da vazgeçmiş. Daha doğrusu önceden bildiği 'vazgeçenlerden vazgeçmeyi' daha iyi öğrenmiş. İyi ne güzel. Sene boyunca kendine, herkeze, herşeye 'dürüst' olmaya çalışmış. Dürüst olmak kolay değil tabi sık sık kanadıyla alnındaki teri silmiş. Hem bedenen hem kalben hem aklen tüm yorgunlukları için. Bir kaç kez de ölümle burun buruna gelmiş. Hayat yorulmaksa eğer bu sene yorulmuş. Sözlerini tüm bu yorgunluğa rağmen şükrünü eda edemeyeceği büyüklükte çokça 'güzel nimetlerle' karşılaştığını, ancak bu yolculukta bir kaçından bahsedebildiğini, bunları bu kısa vapur hattında değil de ancak uzun bir seferde anlatıp bitirebileceğini söyleyerek noktaladı. Sonra da telefon numaralarımızı alıp vedalaştık. Ben Üsküdar iskelesinde indim. O Kız Kulesine doğru uçtu. Hayat onun kanatlarında benim ayaklarımda devam etti gitti.. Belki bir gün önce Akdeniz'e indiğimiz, Fas'a uğradıktan sonra Cebelitarık Boğazından geçip, Kuzey Atlas Okyanusuna, oradan Kuzey Denizi, Gatun Gölünün içinden kıvrılıp Panama'dan çıkıp, Büyük Okyanustan geçip Tayland'a uğrayıp, Hint Okyanusuna geçip, Sri Lanka'da dinlenip, Kızıl Denizinde özellikle gece tüple dalıp, Mekke ve Medine'de ziyaretler yaptıktan sonra, Urfa üzerinden İstanbul'a döndüğümüz bir yolculukta buluşuruz inşallah. Nasip..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder