15 Mayıs 2014 Perşembe

İnsan ucuz, hayat pahalı! / Gökhan Özcan



GÖKHAN ÖZCAN

Kullandığımız konfor araçlarının bir bedeli var ve dünyanın hiç bilmediğimiz bir yerinde birileri bu bedeli ödüyor. Herkes aynı anda zengin olamayacağına ve zengin olanlar zenginliklerinden vazgeçmeyeceğine göre, yoksulluk yükü birilerinin sırtına yüklenmek zorunda.

Üretmenin zorlukları ile tüketmenin kolaylıkları arasında kapanması zor bir uçurum var ve bu giderek derinleşiyor. Yeni yüzyılın getirdiği bütün acıların temelinde bu hesapsızlığı göreceğiz. Evine götüreceği ekmeği için ömürlerini tüketen kalabalıklar, ancak hovardaca bir tüketim kültürüyle çarklarını döndürebilen yeni ekonomik döngülerin harcına dökülecekler.

Sanayileşme çağı, insana hayatın geleneksel ihtiyaçlarından daha fazlasını istemeyi öğreterek kirli paslı bir çağın yolunu açtı. Geleneksel toplumlar, daha az şeye sahip oldukları için kendilerini bizim hissettiğimizden daha kötü hissetmiyorlardı; çünkü, huzur ve mutluluğun daha küçük maliyetlerle inşa edildiği bir hayatın havasını soluyorlardı. Küçük şeylerle huzurlu ve mutlu olabilen insanlar, sonu gelmez yeniliklerle dolu bu yeni fırsatlar çağında, sahip oldukları ve olmaya çalıştıkları daha büyük şeylerle aynı huzur ve mutluluğu neredeyse hiç yaşayamadılar.

Tüketim çağının başında, insanı yeni ve zengin imkanlarla donatacak, hayatı kolaylaştıracak, hayalleri gerçek kılacak yeni bir dünya kurulacağına inandırdılar herkesi. Oysa bunun bir illüzyon olduğu çok açıktı: Herkesi mutlu edecek bir düzen, mümkün olan en adil paylaşım imkanlarını tesis etmekle mümkündü ve böyle bir şey, ekonomik olarak asla yeterince kazançlı olamazdı.

Sanayileşme sanayiciyi, yatırım sermayeyi, sermaye büyük zenginleri zorunlu kılıyordu. Bu devasa makinenin işlemesi için bir şey daha gerekiyordu: Çarkları döndürmek üzere fedakarca çalışmaya gönüllü olacak ekmeğinin peşinde kalabalıklar... Her şeyin yolunda gitmesi için zenginin zenginliğinde, yoksulun yoksulluğunda istikrar kılması gerekiyordu. Peki ama, çalışan kalabalıkları bulunduğundan daha iyi bir yere götürmeyen, götürmeyeceği belli olan bu yolu yürümeye mahkum eden şey ne olabilirdi? Onu geleneksel hayatından, toprağından, kanaat üzere işleyen mütevazı düzeninden koparan neyse o! İhtiyaç diye yutturulan bir sürü beklenti, talep ve arzu...

Daha büyük ekran bir televizyon, daha akıllı bir telefon, daha beton bir ev, daha çekişli bir otomobil, daha havalı mobilyalar, elde ettikçe cazibesini yitiren bir sürü başka şey... Yanında daha az hayat, daha yoğun bir mesai, daha tehlikeli bir çevre, daha kirli bir hava, daha bereketsiz bir kazanç, daha huzursuz bir hayat!

Sabun köpüklerinin peşinde koşuyoruz hepimiz. Kimimiz madenlerde, kimimiz fabrikalarda, kimimiz fasit dairelerde. Hepimiz aynı karanlık dehlizlerde kaybolup gidiyoruz. Kimimizin hayatı çok daha zor, kimimizinki biraz daha kolay... Ama hepimiz öyle ya da böyle harcanıyoruz bu döngüde, sırf çarklar dönsün diye... Garip ki herkes eline alınca buharlaşan bir hayatı kazanmak için gönüllüyüz bu kayboluşa bir şekilde.

İnsana yazık, çok yazık elbet, ekmek kimilerine bu kadar ucuz, kimine bu kadar pahalı olmamalı. İçimiz yanıyor ve yanacak. Ama bu pek bir şey değiştirmiyor; seviyesi her geçen gün düşen klavye popülizminden paçalarımızı kurtarıp hayatımıza yeniden bakmalıyız. Bu düzeni kuran güçlülerin, en büyük müşterisi ne yazık ki biziz. Daima daha fazlasını isteyerek döndürüyoruz çarklarını. Bu kana bulanmış kömür, muhtemel ki daha fazla enerji için... Daha fazla enerji muhtemel ki her geçen gün artan enerji tüketimi için... Daha fazla enerji tüketimi ne için? Prize taktığımız bir dolu şey için... Onlar ne için? Gerçekten ne için?
...
Soma'da hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet, kalanlarına sabır diliyorum.

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/GokhanOzcan/insan-ucuz-hayat-pahali/52944

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder