24 Ekim 2013 Perşembe

En yakınken, çok uzak / Gökhan Özcan

GÖKHAN ÖZCAN

İşittiği hikmetli bir sözün ardından feryad edip oracıkta can veren genç-yaşlı hakikat yolcularına dair menkıbeler vardır evvel zaman kitaplarında. Biz şimdi öyle değiliz. Ne hakikatle, ne onu bize getiren hikmetle münasebetimiz öyle değil. Evvel zaman kitaplarını okuyoruz, hakikat yolcularından haberdarız, ceplerimizde istediğimiz kadar hikmetli söz biriktirme imkanına da sahibiz iyi kötü. Ama biz öyle değiliz yine de; bir anda soluğu kesiliverecek kadar hakikate âmâde değil sadırlarımız, kendi varlığından bir anda geçiverecek kadar aşka mübtelâ değil canlarımız.

İçinde hikmet eseri, tohumu, özü taşıyan nice sözler var ki, her gün defalarca çalıyor aslında kapımızı. İşitmiyor değiliz ama kapıyı açıyor da değiliz. Dokunuyoruz gövdelerine, elimize alıyoruz tek tek, birbirimize veriyoruz, oynuyoruz gün boyu onlarla. Gittikçe kalınlaşmakta olan ciltlerimizi yumuşatacak bir krem gibi sağımıza solumuza sürüyoruz hepsini. Paylaşıyoruz birbirimizle, haberdar ediyoruz birbirimizi, not alıyoruz bir yerlere sürekli. Sadece üstümüze alınmıyoruz, içimize katmıyoruz, açıp kabuğunun içinde ne var diye bakmıyoruz. Sözcüklere dokunuyoruz, anlamlarına hiç dokunmuyoruz. Onlar da dokunmuyorlar bize. Açmıyorlar kendilerini, sırlarını, derinliklerini, genişliklerini. Nasıl her şeyi aslından koparıp en pespaye haliyle oyuncaklaştırdıysak, sözleri de öyle küçülttük, azalttık, oyuncaklaştırdık. Hangi cebimize atsak elimizi hikmetli bir şeyler çıkar, hangi çekmeceyi açsak öyle... Hangi sese kulak kesilsek duyarız o sözlerden birini ikisini, ne zaman uzun uzun konuşacak olsak dökülür dilimizden teker yuvar... Velhasıl eksik değil içinde hikmet barından sözler, sözcükler, tekerlemeler hayatımızdan. Sesse mesele eğer, duyuyor çok şükür kulaklarımız da... Ama içimiz, yani canımız, yani kalbimiz, o duyuyor mu?

Hakikatle aramızda aşamadığımız perdeler var. Kulağımızda milyonlarca söz çınlayıp durduğu halde özümüzden hiçbir şey işitilmiyor. Bu sebeple ki tastamam bir insan olamıyoruz. Göğsümüzün sol üstünde taşıdığımız 'şey' bu sebeple tastamam bir kalp olamıyor. Dakikaları habire geriye sayan bir ömrümüz oluyor ama hiç tastamam bir hayatımız olamıyor. Bize hakikati fısıldayacak bütün o hikmetli sözler hep yanı başımızda, kapımızın önünde, avuçlarımızın içinde; biz rengarenk misketlermiş gibi vakti tüketen oyunlar oynuyoruz sadece onlarla.

Değerli olduklarını iyi kötü biliyoruz aslında. Boşuna mı biriktiriyoruz bunca sözü? Hikmet koleksiyoneri olup çıkmadık mı her birimiz? Nasibimiz ne peki bunca meşguliyetten? Mesela pul biriktirenlerin pullarla ilişkisinden farklı mı hikmet biriktirenlerin hikmetle ilişkisi? Onları birer etiket gibi oraya buraya yapıştırıyoruz sadece. Sözümüzü haklı çıkarmak için iktibas ediyor, hafızamızda hazır kıta bekletiyoruz. Oradan buradan altyazı ile geçiriyor, insanlığımızı tahkim etmek için ardımıza fon yapıyoruz. Altına müzik de döşüyoruz çoğu zaman. Birer aksesuar gibi imajımıza ekliyor, bize bakan gözlere hikmetli bir görüntü vermeye çalışıyoruz.

Dilimizle söylüyoruz, kulağımızla işitiyoruz, tepe tepe kullanıyoruz. Ama içimizde değişen bir şey yok. Kabuklarını açmıyoruz, özlerine dokunmuyor, kalbimizle dinlemiyoruz. Onlar da yanımızda dolanıp duruyor, kendilerini gösteriyor ama sırlarını bize açmıyorlar. Hakikatle aramızda kalın perdeler var. Yanı başında duruyor olsak, durmadan ondan bahsetsek, birbirimizi onlarla etkilemeyi başarıyor olsak bile ölesiye sağır sanki bizim kalplerimiz! Ya da biz, sağırlaşmışız sanki bütünüyle kalplerimize!

Varsa mecalimiz, değiştirmeye buradan başlamalıyız her şeyi.

Çünkü kalp ki, aslî vatanıdır hakikatin.

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/GokhanOzcan/en-yakinken-cok-uzak/40213

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder